Beşir AYVAZOĞLU*

Sultan II. Abdülhamid’e hükümdarlığının yirmi beşinci yılında bir tebrik arizası gönderilir. Som altın bir sayfaya en nadide mücevherlerle yazılmış bir arizadır bu. Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre hiçbir inkıraz, kendini bu kadar parlak bir şekilde anlatabilmiş değildir. Yazı sanatı, sanki zamanla kaybettiği şeylerin hepsini ve kullandığı maddelerin kıymetinde kazanmaya çalışmakta yahut sadece bir süs olabilmek için onların hepsini inkâra kalkışmaktadır. Öyle ki, Yakut el-Musta’sımî’den Yesârizade’ye kadar –daha sonra gelenler de dâhil– “sözü mücevher yapanların hepsi bu küçük mücevher parçasında ve onun birbirleriyle çatışan küçük ve keskin parıltılarında mumyalanmış gibidirler.”

***

Sonuç olarak şu söylenebilir: 1982 yılında çıkarılan bir kanunla akademiler üniversiteye dönüştürülüp YÖK’e bağlanınca Devlet Güzel Sanatlar Akademisi de Mimar Sinan Üniversitesi olmuş ve Türk Süsleme Bölümü de yıllar sonra ihya edilerek “Geleneksel Türk Sanatları Bölümü” kurulmuştu. Mimar Sinan Üniversitesini Marmara ve Selçuk Üniversiteleri takip etti. Artık devlet üniversitelerinin yanı sıra birçok vakıf üniversitesinde ve özel üniversitelerde “geleneksel” Türk sanatlarının öğretildiği bölümler bulunuyor. Yıllarca resmî destekten mahrum kalmasına rağmen, tezyinî sanatların, hat sanatının ve minyatürün birçok sanatkârı cezbetmesi, bu sanatların inanılmaz bir hayatiyete sahip olduğunu göstermektedir. Tanpınar’ın harfleri terk ettiğini söylediği melekler, kim bilir, belki de fazla uzaklaşmamışlardır.

* Araştırmacı-Yazar, besir_ayvazoglu@yahoo.com